17 Nisan 2012 Salı

AKDENİZ YÖRESİ


Akdeniz Bölgesi Kentler ve Özellikleri

Akdeniz bölgesi bütünüyle şu illeri içine alır: Hatay, Adana, İçel, Antalya, Isparta, Burdur. Kahramanmaraş ilinin Afşin ve Elbistan ilçeleri Doğu Anadolu bölgesinde kalır. Ayrıca komşu illerin bazıkesimleri Akdeniz bölgesine girer. Muğla ilinin Köyceğiz ve Fethiye, Denizli ilinin Acıpayam, Çameli ve Çardak, Afyon ilinin Dinar ve Dazkırı, Konya ilinin Ermenek, Hadım, Bozkır, Seydişehir ve Beyşehir, Niğde ilinin Ulukışla ve Çamardı, Gaziantep ilinin İslahiye ve Kilis ilçeleri Akdeniz bölgesindedir.

Bölgenin kalabalık nüfuslu kentleri genellikle doğuda toplanmıştır.
Bu kesimde yer alan Adana bölgenin birinci, Türkiye'nin de İstanbul, Ankara, İzmir'den sonra dördüncü büyük nüfuslu kentidir.
Adana, Seyhan ırmağının Toroslar' dan çıkarak ovaya girdiği yerde (ırmağın sağ yakasında) kurulmuştur.
Efsaneye göre adı, Tanrı Uranüs'ün oğlu Adanus'tan gelir (Adanus'un öbür oğlu Sarus'un adıysa Seyhan ırmağına verilmiştir). İlkçağ'da Tarsus'a bağlı kalan Adana, Ortaçağ'da müslümanlar üe Bizanslılar arasında birçok kez el değiştirdi.
XVI. yy. başlarında Ramazanoğullan Türk Beyliği'nden Osmanlı Devleti'ne geçti. Bir süre Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'nın yönetiminde kaldı (1833-1840) ve 1918-1922 arasında Fransız işgali altına girdi. Kentin nüfus artışı 1950'den sonra sanayileşmeyle gerçekleşti.
Önceleri Seyhan'ın yalnızca sağ yakasında yayılırken, sanayileşme çalışmalarıyla birlikte ırmağın sol yakasına taştı. Bir yandan çevreye doğru gecekondularla düzensiz bir biçimde yayılırken, bir yandan da geniş caddeler, parklar, iş hanlarıyla modern bir görünüm aldı.
Sanayide özellikle son yıllarda büyük gelişme oldu; iplik ve dokuma fabrikalarına yenileri eklendi.
Adana ulaşım bakımından da önemli yollar üstündedir.
Balkanlar'ı Suriye' ye ve Mezopotamya'ya bağlayan yol buradan geçer.
Bölgenin ikinci kalabalık kenti İçel ilnin merkezi olan Mersin'dir. XIX. yy'ın ikinci yarısında, Adana ovasının başlıca iskelesi Tarsus, alüvyonlanmayla dolunca, bu yöreye liman olarak Mersin seçüdi ve küçük bir köyken, hızla gelişerek, bir kent haline geldi.
1886'da Adan'a-Mersin arasındaki demiryolunun açılması limanın canlılığını daha da artırdı. Tarihi, Mersin'in tersine çok eskilere uzanan Tarsus kentiyse, İç Anadolu' dan gelen yolların Gülek boğazından geçerek ovaya açıldığı yerde kurulmuştur.
Akdeniz bölgesinin kuzeydoğusunda,kıyıdan oldukça içeride, bölgenin üçüncü kalabalık nüfuslu kenti Kahramanmaraş yer alır. Maraş yada Ahır adı verilen dağın güney yamacında, eğimli bir alan üstünde kurulan, birkaç kez el değiştiren kent, günümüzdeki yerine Dulkadiroğulları döneminde taşınmıştır.
Birinci Dünya savaşı sırasında Maraşlılarm Fransızlara karşı yaptığı başarılı savunmadan dolayı, kentin adına 1972 yılında bir ekleme yapılarak Kahramanmaraş'a dönüştürülmüştür.
Akdeniz bölgesinin dördüncü kalabalık kenti, batıdaki Antalya'dır. Antalya körfezinin kara içine iyice sokulduğu bir kıyıda kurulmuştur.
Gerek kara, gerek deniz ulaşımı yönünden elverişli bir konumu olması, bir kent olarak gelişmesini sağlamıştır.
Batı kesimi ile iç kesimler arasındaki bağlantıyı sağlayan yollar Antalya'dan geçer. İ.Ö.I. yy'da Bergama kralı Attalos tarafından kurulan (adı da bu addan türemiştir), Roma döneminde büyüyen, Selçuklular döneminde önemli bir ticaret merkezine dönüşen kent, Cumhuriyet döneminde surların dışına taşarak her yöne genişlemiştir. Tarihsel anıtları ve doğal güzellikleriyle Türkiye'nin önemli bir turizm bölgesidir.



 Ulu Önderimiz M. Kemal Atatürk’ün Adana’yı ziyaretleri esnasında misafir oldukları iki katlı konak Adana’nın ileri gelen ailelerinden Ramazanoğullarına aittir. Halk arasında Suphi Paşa Konağı olarak da bilinmektedir. Konak 19. yüzyılda yapılmış geleneksel Adana evlerindendir. Osmanlı mimarisinin ilginç bir örneğini oluşturan bina iki katlı olup ahşap yığma tarzda yapılmıştır. Kayalıbağ semtindeki konak sahipleri tarafından bir süre terk edilerek boş bırakılmış ve daha sonra binada çeşitli resmi kuruluşlar görev yapmışlardır. Suphi Paşa Konağı zamanın 6. Kolordu Komutanı Sayın Korgeneral Bedrettin Demirel tarafından Atatürk Müzesi yaptırma derneğinin öncülüğünde Adana halkının katkılarıyla onarılmış ve kamulaştırılarak 1976 yılı Ağustos ayında Atatürk Bilim ve Kültür Müzesi olarak düzenlenmiştir. Müzenin açılışı Ulu Önderimizin 100. doğum yıldönümü olan 19 Mayıs 1981 tarihinde yapılmıştır. Atatürk Cumhuriyetin ilanından sonra Adana’ya yedi kez gelmiştir. 15 Mart 1923 tarihinde Adana’ya geldiğinde Atatürk ve eşi Latife Hanım bu konakta misafir edilmiştir. Atatürk 1925 yılındaki Adana’yı ziyaretlerinde de bu konakta kalmıştır. 

Müzedeki odalar şu şekilde düzenlenmiştir: 
Üst kat ; yatak, çalışma, basın, oturma, banyo, tuvalet, mücahitler, Hatay Silah, yaver ve Kuva-i Milliye odası adı altında düzenlenmiş ve çeşitli eşyalar ve belgeler sergilenmiştir. Binanın alt katında ise idare, bilimsel çalışma odalarıyla kütüphane, garaj ve mutfak bulunmaktadır. Kütüphanede 1969 adet Osmanlıca ve Türkçe değerli kitaplar bulunmaktadır. Müze ayrıca 17 ciltlik Yeni Adana ile Çukurova Türksözü Dirlik gazeteleri koleksiyonuna sahiptir.




Atatürk Evi Müzesi: Müze binası, Seyhan Caddesi üzerinde 19.yy. da yapılmış geleneksel Adana evlerindendir. İki katlı, çıkmalı, kırma çatılı, kâgir bir yapıdır. Bu özellikleri nedeniyle yapı Bakanlıkça "Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlığı" olarak tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır. 15 Mart 1923'te Atatürk eşi ile birlikte Adana'ya geldiğinde, Ramazanoğulları'ndan Suphi Paşa'ya ait olan bu binada ağırlanmışlardır. Bina Atatürk Bilim ve Kültür Müzesi Koruma ve Yaşatma Derneği'nce zamanın Kolordu Komutanı Bedrettin Demirel'in önderliği ve halkın yardımıyla kamulaştırılıp restorasyonu yapılmış ve 1981 yılında Müze Müdürlüğü'ne bağlı bir müze olarak hizmete açılmıştır.Atatürk'ün Adana'ya gelişi her yılın 15 Martında resmî törenle bu binada kutlanmaktadır. 



 Sabancı Merkez Camii, Adana'nın Reşatbey semtinde, Merkez Park'ın güneyinde ve Seyhan Nehri'nin batı kıyısında yer alan cami. 1998 yılında hizmete açılmıştır. 32 metre çaplı ana kubbesi vardır. Caminin proje mimarı Necip Dinç’tir.
20.000 kişilik cami (açık alanın düzenlenmesiyle 28.000 kişi), son cemaat mahaliyle birlikte 6600 metrekareye yayılmıştır; 9 fil ayağı üzerine oturur. Klasik Osmanlı mimarisi tarzında yapılmıştır. Genel görünüm olarak Sultan Ahmet Camii’ne, plan ve iç mekân olarak Selimiye Camii’ne benzer.
4 yarım-kubbe, 5 kubbe, 6 minaresi vardır; bunlar 4 halife ve 4 mezhebe, İslam’ın 5 şartına, imanın 6 şartına karşılık gelmektedir. 32 metre çaplı ana kubbe 32 farza, avludaki 28 kubbe Kur'an’da adı geçen 28 peygambere, ana kubbedeki 40 pencere Muhammed'in peygamber olduğu yaşa ve 40 rekat namaza, 99 metrelik 6 minare Allah’ın 99 güzel ismine karşılık gelir.
Caminin temeli 13 Aralık 1988’de atılmıştır. 65 bin metrekarelik arsası Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından Türkiye Diyanet Vakfı’na devredilmiş; halkın bağışları ile caminin %50’si tamamlanmıştır. Geri kalan %50, Hacı Sabancı ve onun ölümünden sonra Sabancı ailesi tarafından karşılanmış; bu nedenle başlangıçta Merkez Camii olması düşünülen adı Sabancı Merkez Camii halini almıştır.

 Adana Ulu Cami mahallesi’nde Hükümet Caddesi uzerindedir Saat Kulesi’nin üzerinde kitabesi olmamakla beraber Adana Valisi Abidin Paşa tarafından 1882 yılında yaptırıldığı bilinmektedirAynı zamanda, Belediye Reisi Hacı Yunus Ağa’nın da Saat Kulesi’nin yapımında emeği geçmiştir Adana’nın Fransızların işgali sırasında, Saat Kulesi Ermeniler tarafından tahrip edilmiştirCumhuriyetin ilanından sonra 1925’te saatinin makinaları Almanya’dan getirtilerek yerine yerleştirilmiştir

Saat Kulesi kre prizma şeklinde olup 35 m yüksekliğindedir Halk arasındaki söylentiye göre bir o kadar yüksekliği de toprağın altındadır Kulenin içerisinde hem yukarıya, hem de toprak altına inen bir merdiveni bulunmaktadır Kulenin üzerinde baldaken şeklinde bir köşk olup, bunun dört tarafına saatin kadranları yerleştirilmiştir yapıldığı dönemin şairlerinden fani Efendi bu kule ile ilgili bir dörtlük düşürmüştür:

"Bir muazzam eserdir ki misli yok, naziri yok
Zahiren saat çalar, manen hükümet seslenir

Ol Abidine eyler dua;
Çünkü, andan ruz-u şeb vakt-i ibadet seslenir"


Fani Efendi bu dörtlük ile her yarım saat ve tam saatte çalan saate göre, dairelerin ve resmi görevlilerin işe başlayıp bitirdiklerini anlatmak istemiştir
 Seyhan Barajı, eski Adana’nın 15 km yukarısında 850000 dönüm araziyi ve Adana’yı Seyhan Nehri’nin sebep olabileceği su baskınından kurtarmak amacı ile yapılan toprak dolgu tipi barajdır
8 Nisan 1956′da hizmete açılmıştır 974 günde tamamlanmıştırMaliyeti 25 milyon dolardır Barajın gövde hacmi 7500000 m3, akarsu yatağından yüksekliği 53,20 m, normal su kotunda göl hacmi 1200,00 hm3, normal su kotunda göl alanı 67,82 km2′dirBaraj sayesinde 174000 hektar arazi sulanabilmektedir 18 bin kilovatlık üç üniteye sahiptir (Bir tanesi yedekKaynakwh: Kaynakwh: 
Hidroelktrik santralı, 54 MW güç ile, yılda toplam 350 GW enerji üretir
Seyhan Barajı 2006 yılından itibaren Türkiye Offshore Şampiyona’sının da bir ayağına ev sahipliği yapmaya başlamıştır Seyhan Baraj Gölü’nde bugüne kadar gerçekleştirilen en kapsamlı organizasyon olan Türkiye Offshore Şampiyonası 3-4 Haziran 2006 tarihlerinde yapılmıştır 



 Adana taşköprü


Adana'nın simgesi olarak kabul edilen köprü, bir Roma dönemi eseridir. Taşköprü'nün Romaİmparatoru Hadrian tarafından yaptırıldığı ve Roma İmparatoru Justinianus zamanında ciddi şekilde onarıldığı aktarılmaktadır. Seyhan Nehri üzerinde bulunan Taşköprü'nün, M.S. 384'de Mimar Auxentius tarafından onarıldığı belirtiliyor. Aslı 21 gözlü olan köprü, Seyhan Nehri'nin ıslahı sırasında 7 gözünün toprak altında kalmasıyla 14 gözlü olarak hizmet veriyor. Osmanlıdöneminde birkaç kez onarılan Taşköprü, günümüzde de hizmet vermeye devam etmektedir. 310 metre uzunluğundaki köprünün genişliği 11.40 metredir.


Taşköprü'nün, 2006 yılı başında restorasyon çalışmalarına başlanmış ve 2007 başlarında çalışma sona ermiştir. Ancak Taşköprü aslından oldukça farklı bir şekilde restore edilmiş, yeni taşlarla yamanmış ve korkuluklar konularak orijinalliği bozulmuştur.


 Adana Tepebağ Evleri
Adana’nın kent merkezinde, kurulduğu iki adet höyüğün üzerinde, bir tarih anıtı gibi yükselen en eski yerleşim alanıdırTarihi sur içindeki adana şehrinin en eski kent kalıntıları, toprak altındaki değerleriyle bronz çağına kadar giden binlerce yıllık kültürü burada saklıdır.Yaklaşık olarak 8000 yıllık geçmiş olan Tepebağ’da 1495 yılında Ramazaoğlu Halil Bey’in yaptırdığı konaktan itibaren başlayan yeni şehirleşme döneminde Tepebağ Mahallesi de oluşmuştur. 1748 yılında yaptırılan Yeşil Mescit ile başlayan yeni yapılaşma döneminde gelişmiştir.
O nedenle bugün ayakta kalabilmiş Tepebağ evlerinin çoğu 18.yy’dandır. Tepebağ evleri ; Şemsiye gibi açılmış geniş saçakları, yüksek tavanları, cumbaları, daracık sokaklara açılan kanatlı kapıları ve hayranlık uyandıran oya gibi işlenmiş tavanları ile bizleri onsekizinci, ondokuzuncu yüzyılın büyülü mistik ortamına taşır. Sadece Tepebağ’da değil Kayalıbağ, Türkocağı, Sarıyakup, Karasoku, Alidede ve Ulucami mahallelerinde çok az sayıda eski ev kurtarılmayı beklemektedir.Eski Adana evleri, aynı adlı Tepebağ Höyüğü’nün üzerinde ve eteklerindedir. Tarihi sur içindeki Adana şehrinin yüzlerce yıllık kültürü burada saklıdır. 
Tepebağ Evleri’
nin çoğu 18. yüzyılda yapılmıştır.






 Yılan Kale, bugünkü Adana-Ceyhan E-5 Karayolu üzerinde, Misis ile Ceyhan arasında birdenbire yükselen, ovaya hakim bir tepe üzerinde, karayolundan 3 km. içeride yer alır. İç Anadolu'dan gelip Külek Boğazı yoluyla Adana, Misis, Payas ve Antakya'dan geçen tarihi ordu ve kervan yolunun üzerinde bulunan Yılan Kale, dağ kaleleri zincirinin ilk halkasıdır.
Yılan Kale, boyutları ve karmaşık tasarımı ile Ortaçağ'ın en etkileyici askeri yapıları arasındadır. Günümüze olabilecek en sağlam şekliyle ulaşan kale, yapım karakteri, malzemesi ve Ortaçağ kalesi olması yönüyle Bizans'a dahil edilmektedir. Korunması kolay, düşürülmesi çok güç bir kale olarak bilinen Yılan Kale çevresi dıştan 700 m. kadardır ve kale, ikişer katlı 8 yuvarlak burçla tahkim edilmiştir. Burçlar ve araları tamamen mazgallı olup, bu mazgalların ortaları ateş etmek için delikli bırakılmıştır.
Edwards, Yılan Kale'nin planı üç avluya ayırarak incelemiştir. Edwards'a göre, daha alt kısımda bulunan iki avlu, güneydoğudaki kanadı korumak amacıyla tasarlanmıştır. Son derece zeki biçimde tasarlanan ve yerleştirilen surlar ile burçlar, dik yamaçların da yardımıyla saldırıyı oldukça güçleştirmektedir. Avluların her birinin tek bir giriş kapısı vardır. Üstte kot farkı zeminden biraz daha yükseltili, korunaklı bölüme, her yönden birer merdivenle ulaşılabilmekte ve her yöne gidiş geliş kolay olmaktadır. Bu kısım en geniş ve yoğun biçimde savunulan birimi oluşturmakta ve garnizona ev görevi yapmaktadır.
En yüksek ve en kuzeydeki birimlerinde sarnıçların büyük bir kısmı ve bir şapel bulunmaktadır. Yılan Kale'nin güneye bakan bir demir kapısı vardır. Kalenin beden duvarları adeta dantel gibi işlenmiştir. Yapı üzerinde Bizans, Haçlı ve Ermeni onarımlarına ait duvar kalıntıları göze çarpar. Ermeni onarımları, pervaz, pencere ve kapı üstü tonozlarında kendini gösterir; bu onarımları belgeleyen bir Ermeni yazıtı da yapı üzerinde mevcuttur.
Halk arasında kale, "Şahmaran Kalesi" olarak bilinir. Rivayete göre "Şeyh Meram" adında bir şahıs, burada yılan üretir ve terbiye edermiş17.

Yapıda kule kapılarından birinin üzerinde insan ve hayvan kabartması yer almaktadır. Ayrıca antik dönem seyyahlarından bazıları, kalede Şahmaran ile ilgili bir figürün de olduğundan söz ederler. Edwards, bu figürün Ermeni Prensliğinin ilk kralı olan Levon I'e (1198/99 - 1219) ait olduğunu söyler18.

Ovalık Kilikya'nm tarih boyunca önemli bir üssü olan Yılan Kale, halk arasındaki rivayetlerde ve kayalıklar üzerindeki gözü yukarılara çeken mimarisiyle ovadaki hakimiyetini sürdürmektedir.








Sergilenenler

·  Etnografya Müzesi-Türk Sanatının Selçuklu Devrinden zamanımıza kadar devam eden örneklerinin sergilendiği bir müzedir.
·  Anadolu-nun çeşitli yörelerinden derlenmiş halk giysileri, süs eşyaları- ayakkabı, takunya örnekleri, Sivas yöresi kadın ve erkek çorapları çeşitli keseler, –oyalar- çevreler, uçkurlar, peşkirler, bohçalar, yatak örtüleri, gelin kıyafetleri, damat tıraş takımları eski geleneksel Türk sanatının birer temsilcileridir.
·  Türklere özgü teknik malzeme ve desenlerle kendi içinde halı dokuma merkezlerinden Uşak-Gördes, Bergam- Kula, Milas, Ladik, Karaman, Niğde, Kırşehir yörelerine ait halı ve kilim koleksiyonu vardır.
·  Anadolu Maden sanatının güzel örnekleri arasında XV.Yüzyıldan kalma Memlük kazanları, Osmanlı şerbet kazanları, güğüm leğen, sini-kahve tepsisi, sahanlar, taslar, mum makasları vb. çeşitli madeni eserler vardır.
·  Osmanlı Devri yayları-okları, çakmaklı tabancalar, tüfekler kılıç ve yatağanlar, Türk çini porselenleri ve Kütahya porselenleri, tasavvuf ve tarikat ile ilgili eşyalar-Türk yazı sanatının güzel örneklerinden levhalar bulunmaktadır.
·  Türk ağaç işçiliğinin en güzel örneklerinden, Selçuklu Sultanı III. Keyhüsrev’in tahtı (XIII. y.y.), Ahi Şerafettin Sandukası (XIV.y.y.), Nevşehir Ürgüp’ün Damsa Köyü Taşhur Paşa Camii mihrabı (XII. y.y.), Siirt Ulu Camii Mimberi (XII.y.y.) Merzifon Çelebi Sultan Medresesi Kapısı (XV.y.y.) müzemizin önemli eserlerindendir.
·  VII. Dönem T.B.M.M. üyesi Besim Atalay’ın müzeye armağan ettiği koleksiyonu çeşitli devirlere ait Türk sanat tarihlerini içermektedir.
·  Müzede özellikle Anadolu etnografya ve folkloru- sanat tarihi ile ilgili eserleri içeren bir ihtisas kütüphanesi bulunmaktadır.


Müze 5 Ocak 1972 yılında şimdiki binasına taşınmıştır.
Müzede 17.071 adet arkeolojik eser ve 26.547 adet sikke bulunmaktadır.
Bahçe 
Müze girişinde Hitit dönemine ait Kapı Arslanı Silifke/Taşucu'ndan ve Uzuncaburç'tan getirilen iki adet Augustus heykeli ile zengin çelenkli lahitler, küpler, mancınık gülleri, yazıtlar, sunaklar ve çeşitli mimari parçalar sergilenmektedir.
Giriş Kat 
Taş eserler salonudur. Buradaki Troya savaşlarını yüksek kabartma biçiminde betimleyen mermer lahit Tarsus'tan getirilmiştir. "Akhilleus Lahti" adıyla bilinmektedir. Ayrıca Seyhan Baraj gölünde kalan Augusta antik kentinden getirilen Medusalı Lahit ile Karataş/Magarsus antik kentinden getirilen insan boyutundaki bronz Karataş heykeli bu salonun en çok ilgi gören eserlerindendir.
 Kronolojik Eserler Salonu 
İlk çağlardan Osmanlı dönemine kadar Çukurova'da kurulan uygarlıklara ait eserleri kapsamaktadır. Sergilen eserler arasında; adak eşyaları, kap, kandil, tanrı, tanrıça, insan ve hayvan figürleri de bulunmaktadır. Adana/Tepebağ'da bulunan "Lir Çalan Orpheus Mozaği" de bu salondadır.
Bölgesel Eserler Salonu 
Adana Müzesi'ne ait olup kazılar ve satın alma yoluyla gelen eserler sergilenmektedir. Zengin formlu cam örnekler, Selçuklu çinileri ve çeşitli uygarlıklara ait mühürler de bu salonda yer almaktadır.
Sikke, Mühür ve Mücevher Eserler Salonu 
İlk defa paranın görüldüğü Lidya dönemiyle bundan sonraki çeşitli dönemlere ait sikkeler, takılar ve Adana'nın ilçelerinde bulunan defineler bu salonda sergilenmektedir.
Hitit İmparatorluk dönemine ait "Dağ Kristali Heykelciliği" çok ilgi görmektedir.





Adana'nın en gözde yemeklerinden biridir. Nasıl yapıldığına gelince;

İçini bir gün önceden hazırlıyoruz
1 kg kıymaya yarım fincan kadar su koyarak kısık ateşte pişir sonrrraaaa 750 gr. kadar ince ince ve küp şeklinde doğradığın hatta kıydığın soğanları üzerine ekle, tencerenin kapağı açık kalsın ki buhar gitsin, bunlar pişsin, bir-iki kaşık biber salçası kimyon, tuz, karabiber de koy, birazcık çevirdikten sonra altını kapat ocağın. İnce ince kıydığın yarım demet maydonuzu ekle,karıştır ama tencerenin kapağını kapatma yoksa sulanır.

Bunu hallettikten sonra bir buçuk kilo kadar köftelik bulgura, bir su bardağından birazcık az irmik, tuz da koooyyyy, ılık suyla ısla ve üzerini kapat (Tencere kapağı bu iş için uygundur). Yarım saat aradan geçsin. Bir yemek kaşığı biber salçasını koy. Bir de yumurta kır. İyice yoğuracaksın bunları. Ondan sonra da iki su bardağı kadar da unu ekle ve iyice yoğur. .

Sonra büyük bir yumurta kadar eline al, bir parmağını ortasına batır ve çevire çevire onu tabak gibi aç. Daha önceden dolabta soğuttuğun hatta donmaya yakın olan içinden bir kaşık kadar köfte hamurunun ortasına koy sonra da yavaş yavaş çevire çevire üzerini kapat. (Poğaça yapımını düşünebilirsiniz ama elips şeklinde)

Bir tencerede su kaynat suya bir limon sık ve tuz da ekle. Köfteleri içine at ve bekle. Köfteler suyun yukarısına çıkınca köfteler pişmiş demektir.

Servis için de yanına limon, turşu ve ayran iyi gider.
















Adana kebabı tarifi


Malzemeler : 
• 400 gr. kıyma
• 150 gr. iç yağı
• tuz, pulbiber
• karabiber

Garnitürü için:

• 6 sivri biber
• 3 domates
• yeşil soğan
• maydanoz
• taze nane
• kırmızı turp
• lavaş
Salatası için:
• 2 kırmızı soğan
• 2 domates
• nar ekşisi
• zeytinyağı
Adana Kebap Tarifi


150 gr.iç yağını ince ince kesin. 400 gr.kıyma ile İç yağı karıştırın.Üzerine, pulbiber karabiber ve tuz ilave ederek tekrar karıştırın.Kalın tahta şişlere kebap harcını yerleştirin ve elinizle uzunlamasına şekil verin.
Garnitürü için 6 biberi ve 3 adet domatesi iri olarak kesin. Biberleri ve domatesleri şişlere takın . Teflon tavada veya Izgara da adana şişleri ve şişte olan domates ve biberleri pişirin.Salatası için 2 domatesi küp olarak ,2 kırmızı soğanı da piyaz şeklinde kesin ve karıştırın.Üzerine zeytinyağı ve nar ekşisi ilave edip karıştırın.Servis tabağına adana kebabı ve şişte olan domates , biber ve lavaşları ilave edin.Yanına da taze nane, turp, maydanoz,yeşil soğan ve salata ile servis edin.





1 kg kıyma(hayvanın antrikot kısmından bir kez çekilimş olacak)
250 gr kuyruk yağ (yani kıymanın 4/1 oranında katıyoruz.)
Kırmızı biber(sıvı yağın içinde 1 sat bekeletimiş,veya biber salçası 1 yemek kaşığı)
İnce kıyılmış maydanoz ,tuz,
İsteğe bağlı 1 veya 1,5 diş sarımsak
İsteğe bağlı l soğan ince doğranmış
(Burda isteğe bağlı malzemeleri sizin damak zevkine göre kebabın içine katabilirsiniz)
Tüm malzemeleri kıymanın içine koyup, çiğ köfte yoğurur gibi yoğuruyoruz. Daha sonra yoğurduğumuz bu karışımı 1 gün buzdolabında bekletiyoruz.
Izgara yaparkende elimizi ıslatıp saç kebab şişlerine saplıyoruz,elimizle boğum.boğum şişe yayıyoruz.
Mangalda ise kebabı sık sık çevirmek zorundayız aksi takdirde bir tarafının pişmesini bekleyip diğer tarafın
Pişmesi için cevirirsek ,kebap şişten dökülür.Onun için Adana kebab pişerken sık sık cevrilmelidir.
Kebabımız piştikten sonra yanına garnütür olarak ızgarada pişmiş domates, biber, maydanoz ve bulgur pilavı ile servis yaparız.


Malzemeler
1- 1 kg mor havuç iri boy mümkünse iç kısmıda iyice mor olsun 
2- tuz 
3-limontuzu 
4-1 su bardağı köftelik bulgur 
5-8 lt.su
Yapılışı
önce havuçları iyice yıkadıktan sonra kabuklarını soyalım ve uzunlamasına bir parmak kalınlığında doğrayalım 
havuçları en az 8 lt su alabilen agzı kapanabilen bir kaba koyalım 
içerisine suyumuzu koyalım daha sonra içerisine tuz atıyoruz miktar olarak 
suda eridiği zaman içilecek derecede olacak aynı şekilde az limon tuzunu eritip koyuyoruz şimsi karışım hafif tuzlu ve ekşimsi bir tada geldi 
işin püf noktası ise temiz bir tülbent alıyoruz içine 1 su bardağı köftelik bulguru koyuyoruz bohça şeklinde sıkıca bağlıyoruz biraz gevşek olmasına dikkat çünkü bulgur sonradan şişiyor hazırladığımız bohçayıda 
havuçlu suyun içine atıyoruz kabımızın ağzını kapatıyoruz yaklaşık 10 ile 15 gün arasında şalgam suyumuz oluyor bu zamanda tadına bakıyoruz 
şalgam olmuşsa içindeki mayayı çıkarıyoruz üzeri beyaz köpüklene bilir karıştırın bir şey olmaz sonra şalgamı pet şişelere dolduruyoruz ve içebiliriz artık... 

şalgam suyunun insan sağlığına faydaları hiç şüphesiz tartışılmaz 







































 Eski Antalya Evleri
Yazların çok sıcak ve kışların ılık geçtiği Antalya’da evlerin yapımında soğuktan çok, güneşi önlemeye ve serinlik sağlamaya önem verilmiş. Kaleiçi’ni anlamak için önce evlerden başlamak gerekiyor. Evler, sahiplerinin ekonomik güçleri ve kullanılış amaçlarına göre farlılık gösteriyor. Yine de pek çok ortak özellikleri bulunuyor. Genellikle yığma taştan ve ağaç bağlantılı olarak yapılan evlerin hepsinde bir sokak cephesi ve arka bahçe bulunuyor. Üst katlarda ev ve sokak mimarisine uygun olarak yapılan ve “cumba” denilen çıkmalar yer alıyor. Bu çıkmalar ağaç süslemelerle bezeli. 

Evlerin merkezini, zemin katta, bahçeye açılan ve taş zeminli “taşlık”lar oluşturuyor. Bu taşlıklarda genellikle ağaçtan dinlenme kanepeleri var. Taşlıklardan zemin kattaki odalara geçilebildiği gibi, bir merdivenle de üst kata ulaşılıyor. Zemin kat evin daha çok hizmet bölümü. Depo, mutfak gibi odalar burada yer alıyor. Üst katlar yaşamaya ayrılmış. Buradaki odalarının pencereleri daha büyük olduğundan oldukça aydınlık. Odalarda çoğunlukla üst üste iki sıra pencere var. Üst pencereler camsız ve ağaç kafeslerden oluşuyor. Alt pencereler ise açılıp kapanabilir türden. Cumbaların üst pencerelerinde küçük boyutta ve genellikle renkli camlar bulunuyor.


 Kaleiçi Bugün Antalya’nın “Tarihi Çekirdek Kenti” olan ve “Kaleiçi” adıyla tanınan semti büyük bir kısmı yıkılmış ve yok olmuş iki surla çevrilidir. İç sur, yarım daire şeklinde yat limanını kuşatır. Restorasyon çalışmaları sonucunda Kaleiçi, pansiyonları, barları, çarşısı ile turizm merkezi haline gelmiştir. Liman ise yat limanı olarak düzenlenmiştir. Keleiçi restorasyon çalışmalarından dolayı Turizm Bakanlığı’nı 28 Nisan 1984 de FİJET tarafından Altın Elma (Turizm Oskarı) ödülü verilmiştir.



 Antikçağ‘ daki adı Melas olan Manavgat Çayı‘ nın dar ve dik yamaçlı kanyonlar arasından geçerek oluşturduğu ünlü Manavgat Şelalesi, görülmesi gereken doğal güzelliklerin başında gelir. Antalya‘ ya 80 km. mesafededir. Manavgat ilçesinin 3 km. kuzeyinde bulunan ve adını bu ilçeden alan şelale, ırmak sularının 4-5 m’ lik bir falezden düşmesiyle meydana gelir. Az bir yükseklikten dökülmesine rağmen geniş bir alan üzerinde gürül gürül akışı görülmeye değer bir manzara oluşturur. Ayrıca Manavgat Irmağı 1 m. besleyen kaynaklardan en büyüğü olan karstik Dumanlı kaynağı, sol kıyıdaki dik bir kayanın yüzünde bulunan küçük mağaralardan fışkırarak çıkar. Duman ve köpük halinde 15 m. kadar yükselir ve ırmağa karışır.
Kent gürültüsünden uzaklaşıp doğa ile başbaşa kalmak isteyenler için şelalenin çevresinde uygun piknik alanları vardır. Ayrıca çevredeki lokantalar, taze balık yeme imkanını sunarlar. Ulaşım, Manavgat‘tan kalkan minibüslerle sağlanır.













 ANTALYA MÜZESİ
Antalya - Alanya karayolunun 44. km.sinden kuzeye I dönen yolun 2. km.sinde yer alan Aspendos, sadece i Anadolu'nun değil tüm Akdeniz dünyasının en iyi korunan Roma Dönemi tiyatrosuna sahip olmasıyla ünlüdür. Şehir, bölgenin en büyük nehirlerinden Köprüçay (Antik Eurymedon) yakınlarındaki tepe düzlüğünde kurulmuştur. İ.Ö. 5. y.y.da basılmış I sikkelerinde adı Estvediys olarak geçer. Anadolu kökenli 1 bu ad, şehrin çok eskilerden beri yerleşim gördüğünün I kanıtıdır. Akdeniz ile ulaşımını ve gelişmesini i yakınındaki nehre ve dolayısıyla çevresindeki bereketli i topraklara borçlu olan Aspendos'ta bugün çoğunlukla M tiyatro ve su yolları ziyaret edilir. Şehre ait diğer yapıların kalıntıları ise tiyatronun yaslandığı tepenin düzlüğünde yer alır.
İ.Ö. ö.y.y.da Pers egemenliğini yansıtan sayfalar ilginçtir. Tarihçiler şehrin yakınlarında akan nehrin kenarında İ.Ö. 467 yılında Yunanlılarla Persler arasında geçen, Eurymedon savaşı adıyla anılan savaşta Yunan tarafının kazandığından bahseder. Aspendos, Büyük İskender'e hileli yollarla direnme göstermeye çalışsa da sonuçta teslim olup, şehirde yetiştirilen ünlü atlar ve altın karşılığındaki vergi borcunu kabul etmişlerdir.
                                                                                        
İskender'in ölümünden sonra Ptolemaios egemenliğine giren şehrin, en parlak dönemi şüphesiz, ünlü tiyatro ve su yollarının inşa edildiği Roma İmparatorluk dönemidir. Aspendos Tiyatrosu, gerek mimari özellikleri gerekse iyi koruna gelmişliği ile Roma Devri tiyatrolarının günümüzdeki en seçkin temsilcilerinden biridir. Tanrılara ve devrin imparatorlarına adanan yapı, Roma tiyatro mimarisinin ve yapım tekniğinin son çizgilerini sergiler. Devrinin görkemli yapılarından biri olan Aspendos tiyatrosu 15-20.bin kişi alabilmekteydi, imparator Marcus Aurelius devrinde (i.S. 161-180) Theodoros'un oğlu mimar Zeno tarafından inşa edilmiştir. Girişin iki yanında Grekçe ve Latince yazıtlardan Curtius Crispinus ve Curtius Auspicatus adlı şehrin zengini iki kardeş tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Tiyatronun yanında şehrin ziyaret edilebilir en önemli kalıntıları suyollarıdır. Aspendos suyolu sistemi antik suyollarının günümüze dek koruna gelmiş en iyi örneklerinden biridir. Genel görünümü, yaklaşık 1 km. uzunluğundaki kuzey-güney konumlu kemerli köprünün her iki ucundaki su basınç kuleleri oluşturur. Şehrin suyu tepede yer yer görülebilen ana kayaya oyulmuş armut şekilli sarnıçlarda toplanırken, i.S. 2. ve 3.y.y. larda tüm yapılarla beraber su yolu sistemi geliştirilerek suyun daha düzenli elde edilmesi başarılmıştır. Tiyatronun yaslandığı, yer yer sur duvarları ile çevrili tepenin üzerinde ise şehir merkezinin yapıları olan agora, bazilika, anıtsal çeşme, meclis binası ile anıtsal tak, cadde ve Hellenistik tapınak, görülmesi gerekli kalıntılardır.

Böylesine ufak bir ölçekte bir kentin Akdeniz dünyasının en geçerli parasını basması ve anıtsal yapılarla donanması ekonomisindeki rahatlıkla açıklanabilir. Şehir ekonomisini ayakta tutan en önemli ihraç ürünü bugün kurutulup pamuk tarımında kullanılan, yakınlarındaki Kapria gölünden elde edilen tuzdur. Diğer ihraç ürünleriyle beraber ulaşıma elverişli nehir aracılığıyla diğer Akdeniz pazarlarına gönderilen tuz, şehrin en önemli gelir kaynağıydı. Ayrıca bağcılık ve buna bağlı olarak şarapçılık, zeytin ve zeytinyağı ile diğer tahıl ürünleri ve yaş meyve şehrin tarıma dayalı diğer ihraç ürünleriydi. Tarihçiler Aspendos'ta yetiştirilen atların tüm Yakındoğu ve Akdeniz dünyasının en aranır atiarı olduğunu yazarlar. Ayrıca kilim ve benzeri tekstil ürünleri ile limon ağacından yapılmış mobilyaların başta Roma olmak üzere diğer Akdeniz merkezlerinin de en aranılır hediyelik eşyası olduğu kaydedilmektedir.

Aspendos Bizans ve Selçuklu dönemlerinde varlığını sürdüren şehirlerden biridir. Ünlü tiyatroda Selçuklu dönemi onarım izlerini özellikle dış cephe ortasındaki anıtsal kapı eklentisinde ve cephesindeki koyu kırmızı zigzag desenli sıva kaplamada görmek mümkündür. Selçuklu sultanlarının konakladıkları, kervansaray olarak düzenlendiği düşünülen sahne binasının günümüze dek sağlam kalabilmesinin en önemli nedeni de bu Selçuklu onarım ve korumacılığına bağlanır. Ulu Önder Atatürk 1930 yılında burayı ziyaret etmiş, "onarılıp yeniden kullanılması" için direktifler vermiştir.







 Taratorlu Piyaz : Sarımsak dövülüp limon suyuyla sulandırılır; tahin veya dövülmüş ceviz katılır. Bu tarator sosudur; haşlanmış fasulyeye sirke ile ilave edilir. Üzerine kıyılmış domates, katı haşlanmış yumurta ve maydanoz konur. Antalya'nın en ünlü yemeğidir.

Toros Salatası (Al Köz-Al Göz)
Malzemeler: 3 patlıcan, 3 kırmızı biber, ince kıyılmış nane,
maydanoz, fesleğen, 3 diş sarımsak, 1 kahve fincanı sirke, erik ekşisi veya limon suyu, 2 fincan zeytinyağı, tuz

Hazırlanışı: Patlıcanlar ocak üzerinde közlenir, kabuklan soyularak limonlu zeytinyağı bulunan ka*ba konur. Fırında pişirilen biberler temizlenir ve şeritler ha*linde doğranılarak patlıcanların yanına konulur. Soğanlar da közlenerek diğer malzemenin yanına konur. Sirke, sa*rımsak, 1 kahve fincanı su, erik ekşisi bir kapta kanştınlır, patlıcanların üzerine dökülür. 4-5 saat buzdolabında bekle*tilen salatanın üzerinenane, maydanoz ve fesleğen konula*rak servis yapılır.



 Antalya'nın turistik olarak dünyada tanınıyor olmasına rağmen yöresel yemeklerinin yurtiçinde dahi bilinmiyor olması düşündürücü... Turunçgiller, muz, susam, yer fıstığı, soya, domates ,salatalık, biber, taze fasulye, kabak, patlıcan, zeytin Antalya tarımında yer bulur. Sıcakiklim sebebiyle sebze ağırlıklı bir mutfak göze çarpmaktadır. Greyfurt, limon, portakal, bergamot, turunç ve benzeri narenciyeürünlerinin yanında, patlıcan, karpuz ve incirden yapılan reçel çeşitleri vardır.











Börülce Salatası
Malzemeler: 500 gr. börülce, 3 adet kırmızı etli biber, 1 adet domates, 1 adet soğan, 3 adet ince kıyılmış taze so*ğan, 3-4 diş sarımsak, 1 demet ince kıyılmış maydanoz, 1 adet limon, 2 kahve fincanı zeytinyağı, 1 tatlı kaşığı tuz
Hazırlanışı: Börülcelerin iki ucu kesilerek ikiye bölü*nür, kaynayan tuzlu suda haşlanır. Tabağa alınan börülce*lerin üzerinde 1 kepçe haşlama suyu gezdirilir. Kırmızı et*li biber 200 derecelik fırında közlenir, sonra börülce eba*dında şeritler halinde kesilerek börülcelere katılır. Piyaz şeklinde doğranan soğanlar da börülcelerin üzerine konur. Kabuklan soyulmuş domatesler küp küp doğranılarak, in*ce kıyım taze soğanlar ve maydanozlarla birlikte salataya karıştırılıp harmanlanır. Ayrı bir kapta limon suyu, ezilmiş sarımsak ve zeytinyağı karıştırılarak salatanın üzerinde gezdirilir.

Kabak Çiçeği Dolması
Malzemeler: 30 adet kabak çiçeği, pi*rinç, 6 soğan, 2 domates, fesleğen, karabiber, zeytinyağı, nane, şeker, limon, 1 limon, tuz
Hazırlanışı: Kabak çiçeklerinin ortaları çıkarılarak kopartılır ve yıkanarak süzülür. Kızgın zeytinyağında sırasıyla soğanlar, rendelenmiş do*mates ve şeker kavrulur. Pirinç, tuz, karabiber, fesleğen ve nane karıştırılarak soğumaya bırakılır. Harç, çiçeklerin içi*ne doldurularak çiçeklerin uç yapraklanyla kapatılır ve yağlı bir tencereye dizilir. 1 çay bardağı su ilave edilen tencere orta ateşte pişirilir. Dolmalar suyunu çektiğinde l'er çay bardağı sıcak su ilave edilir. Pişince üzerine limon suyu gezdirilerek servis yapılır. 

























 ANTAKYA KALESİ
İstanbul surlarından sonra en uzun sur duvarları olan Antakya surları MÖ.300 yıllarında Seleukos I zamanında inşa edilmiştir. Roma ve Bizans dönemlerinde yapılan ilavelerle genişletilmiş 23.600 m. Uzunluğuna erişmiştir. Habib Neccar Dağı üzerinden batıda âsi Nehri’ne, doğuda da aşağıdaki düzlüklere kadar ulaşır. Üst kısımlarda surların yüksekliği 50-60 m.ye Âsi Nehri kıyısında da 70 m.ye kadar ulaşır. Evliya Çelebi 44.000 adım uzunluğundaki duvarların büyük taş bloklarla örüldüğünü ve son derece de sağlam olduğunu belirtir. Surlar 80-100 m. arasında birer burçla takviye edilmiştir. Buradaki burçlar 5 katlı olup her kat başlı başına müstakildir. Burç sayısının 360 dolaylarında olduğu sanılmaktadır. Kalenin yapımında kullanılan büyük taşlar adeta birbirleri ile perçinlenmiştir. Kalenin kuzeyde Halep, batıda Şam kapıları bulunuyordu. Bunlardan Halep kapısının 10 m. Yüksekliğinde demir bir kapısı vardı. 

Surların içerisindeki İçkale, MS.VI.yüzyılda Bizans İmparatoru Nikefhoros Fokas tarafından yaptırılmış ancak günümüze iyi bir durumda gelememiştir. Bu surların çok fazla zarar görmesinin nedeni de Perslerin buraya hücum etmesinden kaynaklanır. 

Günümüzde Habib Neccar Dağı üzerinde bu surların ve İçkalenin yıkıntıları ile sarnıç kalıntıları görülmektedir. Ayrıca Habib Neccar Dağı ile Haçdağ arasında selleri önlemek amacıyla İmparator Iustinianus tarafından VI.yüzyılda yapılmış olan Demirkapı denilen bölüm iyi bir durumda günümüze kadar gelebilmiştir.
 



Saint Pierre Kilisesi

Saint Pierre Kilisesi, Stauris Dağı'nın batısında kayalara oyulmuş 13 metre derinliğinde, 9.5 metre genişliğinde ve 7 metre yüksekliğinde bir mağaradan oluşmaktadır. Antakya'daki ilk Hıristiyanların gizli toplantıları için kullandıkları bu mağara Hıristiyanlığın en eski kiliselerinden biri olarak kabul edilir.
İncil'in Resullerin İşleri bölümünde Barnabas'ın Tarsus'a giderek Pavlos'u Antakya'ya getirdiği, Antakya'da bir yıl birlikte çalışarak Hıristiyanlığı yaydıkları ve bu dine inananlara 'Hıristiyan' adının verilmesinin Antakya'da gerçekleştiği bilinmektedir. Bu bilgilere ek olarak Pavlos'un Galatyalılara yazdığı mektupta Antakya'ya gelen Petrus ile Hıristiyanlığın o günkü durumunu tartıştığını belirtmektedir. Hıristiyan geleneği Petrus'u Antakya Kilisesi'nin kurucusu ve burada oluşan Hıristiyan topluluğun ilk başpapazı olarak kabul etmiştir.
Kilisenin erken döneminden günümüze sadece taban mozağinin parçaları ve sunağın sağında, duvar boyamalarının izleri kalmıştır. Dağa açılan tüneli bir zamanlar burada toplanan Hıristiyanların baskınlar sırasında kaçmak için kullandıkları sanılmaktadır. Kayalardan sızarak yalakta toplanan su vaftiz için kullanılmıştır. Son yıllara kadar ziyaretçilerin şifalı kabul ederek içtikleri, hastalara götürdükleri bu su sızıntısı depremler nedeniyle azalmıştır.
Kilisenin ortasındaki taş sunağın üstünde eskiden 21 Şubat tarihinde Antakya'da kutlanan Saint Pierre Kürsüsü Bayramı için yerleştirilen taştan bir kürsü vardır. Sunağın üzerindeki mermer Saint Pierre heykeli 1932 yılında yerleştirilmiştir. 1098yılında Antakya'yı ele geçiren haçlılar kiliseyi birkaç metre daha uzatıp iki kemerle ön cepheye bağlamışlardır. Bu cephe 1863 yılında, Papa IX. Pius'un isteğiyle restore işlerine girişen Kapuçin rahipleri tarafından yeniden yapılmıştır. Restorasyona III. Napolyon da katkıda bulunmuştur. Kilise girişinin solunda duran kalıntılar bir zamanlar ön cephenin önünde bulunan revaktan geriye kalmıştır.
Bahçenin birkaç yüzyıl mezarlık olarak kullanıldığı bilinmektedir. Kilisenin iç kısmında da özellikle sunağın çevresinde de mezarlar bulunmuştur. Günümüzde bir müze olan kilisede valiliğin izniyle müze müdürlüğü denetiminde ayin yapılabilmektedir.








 TAŞ MEDRESE


Kalenin güneyindeki meydandadır.XIV.yy'da Ala Üd-Devle Bey'in kızı adına yapıldığı öne sürülen yapı yazıtsızdır. Türbedeki beş satırlık yazıt ise bozulmuştur. Taş Medrese, düzgün olmayan dörtgenplanlı açık avlu çevresinde sıralanmış bölümlerden oluşmaktadır. Avlunun sağında medrese odaları, girişin karşısında dikdörtgen planlı mescit ve solunda da piramit çatılı türbe yer alır. Medrese odaları dikdörtgen planlı, tonoz örtülüdür.Taş Medresenin Mescit ve Türbe kısımları vardır. Onarımı yapılmış olan Taş Medrese kentin 
önemli bir meydanında yer almaktadır.


Haznedarlı Camii (Duraklı Camii)

Duraklı Mahallesindedir. Camideki çok sayıda yazıt yapımla ilişkili değildir. Mimari ve bezemesinden XV. yy. yapısı olduğu sanılmaktadır.Ayrıca mihrabın olduğu düşünülen mermer 
kesme taşlardaki bezemeler de aynı yüzyıl özellikleri göstermektedir.

 Döngel Mağarası



Kahramanma
raş-Kayseri Karayolu'nun 50. km sinde bulunmaktadır. Dünyanın 8. harikalığına aday bir yerdir. Tekir'den batan büyük bir su kütlesi çağlayanlar halinde bu mağaralardan çıkar. Üst üste ve birbirine bağlı olmak üzere üç mağaradan meydana gelmektedir. Mağaranın tabandan tavana kadar olan yüksekliği 102 m: dir. Tabii ve eşsiz bir görünümü vardır, otobüs terminalinden her saat gidilebilir. Ayrıca özel araba ile 50 dakikalık bir yolculuk sonucu varılır. Engüzel piknik alanıdır. Güzelliği, görenleri hayran bırakır. Etrafı sarp kayalık ve çalılıklarla ve yer yer çam ağaçları ile kaplıdır. Çağlayanlar halinde akan suyunda alabalık avlanır. Çevrede bulunan köylerin elektrik ihtiyacını karşılayan "Tekir-Döngel Hidroelektrik Santralı"da burada kurulmuştur. Ceviz ve Çınar ağaçları ile kaplı yemyeşil bir dinlenme ve piknik alanıdır. Yaz boyunca ziyaret edenlerle haşır neşir olan bir turizm merkezi sayılır. Milli Eğitim Bakanlığı'na ait birde İzcilik ve Kamp Tesisleri yapılmıştır. Türkiye'nin çeşitli yerlerinden belirli aralıklarla öğrenciler gelerek burada kamp yaparlar. Anadolu'nun tarih öncesi dönemlerine ilişkin kalıntılar burada bulunmuştur.
 Kentin en önemli ve en büyük kalesi Kahramanmaraş Kalesi’dir Şehrin ortasında yığma bir tepe üzerinde bulunmaktadır Hitit, Roma ve Osmanlılar zamanında kullanılmış ve çeşitli devirlerde onarımlar görmüştür Kale, plan olarak 150x75 m ebadında dikdörtgen bir plana sahiptir Sonra yapılan onarımlarla sadece ABC burçları kurtarılmıştır Kahramanmaraş Kalesi’nin oldukça büyük bir turizm potansiyeli bulunmaktadır Türkiye’de yapı itibariyle eşi olmayan bu kalenin turizm potansiyelinin kullanılması ve yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine hazır hale getirilmesi için Kahramanmaraş Belediyesi, İl Kültür Müdürlüğü ve İl Turizm Müdürlüğü’ne önemli görevler düşmektedir Bu derecede büyük bir turizm potansiyeline sahip olan bir kültür hazinesinin eskimeye terk edilmesi, il kaynaklarının göz ardı edilmesi anlamına gelmektedir Kahramanmaraş Kalesi’nin turizme açılması için gerekli çalışmaların yukarıda sözü edilen kurumlar tarafından başlatılması gerekmektedir



















MERSİN


Ashab-ı Kehf



Tarsus un kuzeybatısında 14 km. uzaklıkta Dedeler Köyündedir. Kuran-ı Kerim de Kehf Suresinde sözü edilen bu mağara Müslüman ve Hristiyanlarca kutsal sayılır. Mağaraya 15-20 merdivenle inilir.
Eshab-ı Kehf Mağarasına ait bir efsane şöyledir.

Mitolojik tanrılara inanışın, gücünü kaybettiği dönemlerde, tek Tanrıya inandıkları için eziyet edilmekten kaçan Hristiyan dinine mensup Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve Kefeştetayuş adında yedi genç, Putperestliğe dönmeyi kabul etmediklerinden Rum Hükümdar Dakyanus un huzuruna çıkarılmışlar. Bu hükümdar, Putperestlik dinine bağlı kalmalarını, aksi takdirde kendilerini öldürteceğini söyleyerek birkaç günlük zaman vermiş. Köpekleri Kıtmir ile birlikte bu yedi genç ölümden kurtulmak için verilen süreden fayadalanarak kaçmışlar ve bu mağaraya sığınmışlar. Allah tarafından kendilerine 300 yıl süre bir uyku verilmiştir. İlk uyanan, yiyecek almak için kente gider ama, elinde bulunan zamanı geçmiş para yüzünden yakalanır. Yakalayan parayı nerede bulduğunu ve oraya götürülmesini ister. O da yalnız olmadığını yedi arkadaşıyla beraber mağarada kaldığını söyler. Onunla birlikte mağaraya geldiğinde yedi yavru kuşun tünediği bir yuvadan başka bir şey görmemiştir.

Bu nedenle burası Yedi Uyurlar Mağarası diye de anılır.
Halk arasında ziyaret dağı olarak bilinen dağ, konik biçimi ve topoğrafik görünümü itibariyla doğal bir özellik arz eder. Mağara 300 m2 büyüklüğünde 10 m yüksekliğindedir. Mağaranın içinde 3 tünel mevcuttur.
Eshab-ı Kehf Mağarasının yanına Osmanlı Padişahı Abdulaziz tarafından 1873 yılında bir mescit yaptırılmıştır.


 Cennet Çöküğü: 
Bir yeraltı deresinin yolaçtığı kimyasal erozyonla tavanın çökmesi sonucu meydana gelmiş büyük bir çukurdur. Elips biçimindeki ağız kısmı çapları 250 m ve 110 m olup derinliği 70 metredir. Çökük tabanının güney ucunda 200 m uzunluğunda ve en derin noktası 135 m olan büyük bir mağara girişi ve bu mağaranın ağzında küçük bir kilise vardır. 

Kilisenin giriş kapısı üzerindeki 4 satırlık kitabede, bu kilisenin V.yy'da Paulus adında dindar bir kişi tarafından Meryem Ana'ya ithafen yaptırılmış olduğu yazılmaktadır. 

Cennet çöküğünün içine her biri oldukça geniş 452 basamaklı taş bir merdivenle inilir. Kiliseye 300. basamakta varılır. Kiliseden sonraki mağaranın bitim noktasında mitolojik bir yeraltı deresinin sesi duyulur.
 

Cehennem Çukuru: 
Cennet çöküğünün 75 m kuzeyindeki Cehennem çukuru da Cennet çöküğü gibi oluşmuştur. Ağız çember çapları 50 m ve 75 m, derinliği 128 metredir. Kenarları içbükey olduğu için içerisine inmek mümkün olmamaktadır. 

Mitolojiye göre Zeus, alevler kusan yüz başlı ejderha Typhon'u buradaki bir kavgada yendikten sonra, onu Etna Yanardağı'nın altına sonsuza dek kapatmadan önce bir süre Cehennem çukurunda hapsetmiştir. 




Kız Kalesi Mersin- Silifke yolu üzerinde, Mersin’e 50 km uzaklıkta bulunan ve yolboyunca 5-6 km devam eden antik Korykos şehrinin karşısında, denizin ortasındaki bir adanın üzerine kurulmuş kale. Önceden buraya Elcusa denirdi. Kral Arhelaus’un yaptırdığı saray, kalenin içindedir.

Bu kale, Korykos şehrine denizden gelebilecek tehlikelere karşı inşa edildi. Sekiz kule ile tahkim edilen kalenin en kuvvetli noktaları, kuzey ve güney uçlarındaki kulelerdedir. Kalenin bir cephesi 250 m uzunluğundadır.

Kale, Ermenilerin eline geçmişse de, sonra uzun yıllar Kıbrıs Krallarının elinde kalmıştır. Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından 1448’de zaptedilen kale, yeniden imar edilerek 
sağlamlaştırıldı. Bilahare 
Osmanlılara geçti      




Korykos Kara Kalesi
Korykos Kalesi, Mersin'in en popüler tatil merkezi olan Kızkalesi'nde yer almaktadır. Mersin-Antalyakarayolunun 60. Km.'sinde deniz kıyısındaki konumuyla Kızkalesi'ne gelmeden yolun solunda yer almaktadır.

MÖ. 4.yy.'da ilk yerleşimlerin yapıldığı anlaşılan kale, ticaret limanı olması nedeniyle bir çok kez el değiştirmiştir. Roma, Bizans ve Osmanlı tarafından kale önemi nedeniyle onarılmış ve kullanılmıştır.
Kale civarında sarnıçlar, su kemerleri, kaya mezarları, lahitler ve taş döşeli yolların bir kısmı halen ayaktadır.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Blog Listem

Popüler Yayınlar

Blog Arşivi

İzleyiciler