BOĞAZ
Avrupa
ve Asya’yı ayıran Boğaz’da Karadeniz’e doğru geleneksel ve unutulmaz bir deniz
gezisi yapmadan İstanbul ziyareti tamamlanmış sayılamaz. Büyük bir ihtişam ve
saf bir güzellik yansıtan kıyıları geçmiş ve günümüzün karmasıdır. Yalıların
yanında modern oteller, taştan hisarların yanı başında rustik saraylar ve küçük
balıkçı köylerinin hatırasını taşıyan semtlerde şık yapılar… Boğaz’ı görmenin
en iyi yolu kıyılarında zig zag çizen yolcu vapurlarından birine binmektir.
Eminönü’nden başlayan gezi sanki bir bayramda akraba ziyaret ediyormuş gibi
sırayla Boğazın Asya ve Avrupa kıyılarına uğranarak devam eder. Gezi, aşağı
yukarı 6 saat sürmektedir. Eğer gezi özel bir biçimde gerçekleştirilmek
istenirse, bu konuda gece veya gündüz kısa düzenlemeler yapan ihtisaslaşmış
acentalara başvurulabilinir.
HALİÇ
Uzun
ve dar, boynuz biçimindeki Haliç İstanbul’un Avrupa tarafını bölmektedir.
Dünyanın en tabii limanlarından biri olduğundan Bizans ve Osmanlı donanmaları
ve ticari gemicilikle ilgilenenler burada toplanmışlardır. Gurup vakti suyun
altın rengini aldığı bu yerin kıyıları bugün hoş parklarla ve yürüme
alanlarıyla çevrilidir. Haliç’in ortasına doğru gidildiğinde yer alan Fener ve
Balat semtlerinde, Bizans ve Osmanlı döneminden kalma ahşap evler, kiliseler ve
sinagoglarla dolu sokaklar bulunmaktadır. Ortodoks Patriği de burada
oturmaktadır. Biraz yukarıdaki Eyüp, Osmanlı mimarisinde oymacılığın yansıdığı
bir yerdir.
Tepelerin
yamaçlarını yer yer koyu selvilerin bulunduğu mezarlıklar kaplamaktadır.
Dualarının kabul göreceğine inananlar buradaki Eyüp Türbesini ziyaret ederler.
Bu tarafa bakan tepedeki Pierre Loti Kahvesi manzaranın keyfine varmak için
mükemmel bir mekandır.
SULTANAHMET
Tarihi
yarımadanın batı ucunda yer alan semtte farklı İmparatorlukların önemli dini,
idari ve sivil yapıları yer almaktadır. Tarihi Sultanahmet meydanının etrafı
Ayasofya, Haseki Hürrem Hamamı, Sultanahmet Camii, Hippodrome, Dikilitaşla gibi
tarihi eserlerle çevrilidir.
SARIYER
Tarabya’dan
sonraki virajdan Boğaziçi’nin Karadeniz’e kavuşması ilk defa görünür. Buradan
Sarıyer semti içlerine kadar elçiliklere ve şahıslara ait eski yazlıklar ve
balık lokantaları sıralıdır. Büyükdere’den ayrılan dar bir yol orman içlerini
aşarak, bentleri geçerek Karadeniz sahillerine, meşhur Kilyos plajlarına
ulaşır.
Sarıyer
ve sonraki Rumeli Kavaği vapur seferleri ile Boğazı gezenlerin Avrupa
yakasındaki son iskeleleridir. Balık lokantaları ile şöhretli her iki komşu
semt ve karşı kıyıda bulunan Anadolu Kavağı tatil günleri çok kalabalık olur.
Boğaziçi
bu yerleşimleri geçtikten sonra sadece yeşil koruluklarla örtülü yamaçlara
sahiptir. Her iki kıyıda son yerleşimler Karadeniz’e komşu Anadolu ve Rumeli
Fenerleri ile balıkçı köyleridir.
Hisarlar
:
Üçgeni
andıran eski İstanbul yarımadasının etrafı 5. yüzyılda Roma döneminde yapılan,
22 km.yi bulan surlarla çevrilidir. Byzantion şehir sitesi, kurulmasından
itibaren batı yönüne doğru genişleyerek 4 defa yeni surlarla çevrilmiştir.
Marmara Denizi ve Haliç kıyıları da tek sıra fakat güçlü surlarla çevrili idi.
Şehrin akropolisini çevreleyen surlardan, 3. yüzyılda yapılmış İmparator
Septimus Severius ve 320′de Büyük Konstantin’in yaptırdığı 3. sur tamamen
yıkılmıştır. Kara surları deniz kıyısından başlayarak tepeleri ve vadileri
geçerek Haliç surlarına iner.
Yedikule:
Bu
surlardaki en görkemli kapı, Marmara Denizi’ne yakın olan “Altın Kapı” idi. Bu
Imparator merasim kapısı, iki mermer kule arasında zafer takı gibi
yerleştirilmişti. Zaferden dönen ordular, Imparator ve erkanı şehre bu kapıdan
girerdi. Burayı çevreleyen Türk devri eseri 5 kule ilavesi ile 7 kule, bir iç
kale haline sokulmuştu. Zaman içerisinde hazine, depo ve elçi hapishanesi
olarak kullanılmış iken, günümüzde enteresan girişi ve “Altın Kapı” kuleleri
ile şehrin bir diğer müzesidir. Yaz aylannda çeşitli etkinlikler ve konserler
yapılmaktadır.
Anadolu
Hisarı:
Karadeniz’in
tek çıkışı Boğaziçi’nin Asya kısmında yer alan hisar, 1390′lı yıllarında Sultan
Bayazıt tarafından yaptırılmıştır. Karşı kıyıdakı Rumelihisarı ile birlikte
Boğaziçi transit geçişinin tam kontrol altında tutulması sağlayan bu küçük
kale, burçlarına yaslanan eski ahşap evler ve civarı ile pitoresk bir manzara
oluşturur.
Rumeli
Hisarı:
İstanbul
Boğazı’nın Rumeli yakasındadır. Bizans’a kuzeyden yardım gelmesini önlemek
amacıyla Fatih Sultan Mehmet tarafından 1452 yılında yaptırılmıştır. Üç büyük
kule yapımını üstlenen Çandarlı Kara ****** Saruca ve Zaganos Paşaların
adlarıyla anılır.
HAYDARPAŞA
Marmara
sahillerindeki güzel Kadıköy’de tarihi yapı bulunmaz. Istanbul’un son yüzyılda
hızla gelişen semtlerinden biridir. Antik Kahlkedon yerleşim biriminde
sonraları bir çok manastır inşaa edilmişti. M.S. 5. yüzyıl Hıristiyanlık
dünyası önemli konsül toplantıları burada yapılmıştı. Eski bahçeli
malikanelerin çok azı zamanımıza gelebilmiştir. Yat Kulüpleri, marinalar, geniş
caddeler, Kadıköy sahilleri boyu uzanır.
Fenerbahçe
güzel bir gezinti yeridir. Meşhur Bağdat Caddesi de alışveriş imkanları ile
ünlüdür. 1908 yılında tamamlanan Prusya mimari üslubundaki Haydarpaşa Tren
İstasyonu, Üsküdar çıkışındadır. İstasyon Bağdat demiryolunun ilk (veya son)
duraği idi. Yandaki yamaçta Kırım Savaşında hayatlarını kaybeden Ingiliz ve
Fransız askerlerinin mezarları ve abideleri, büyük askeri hastanenin yanında
bulunmaktadır.Ticari liman tesisleri arkasındaki tepelere yerleşmiş iki büyük
bina vardır. Saat kuleli olan eski Haydarpaşa Lisesi, şimdi üniversitedir.
Diğeri, büyük ve 4 kuleli olan Selimiye Kışlasıdır (19. yy). Kırım Savaşı
sırasında buradaki yaralılara hemşirelik yapan Florence Nightingale anısına
kaldığı oda o günlerdeki gibi korunmaktadır.
Dolmabahçe
Sarayı :
19
uncu yüzyılda Sultan I. Abdülmecit tarafından yaptırılan Dolmabahçe Sarayı’nın
cephesi Boğaz’ın Avrupa kıyısında 600 m boyunca uzanmaktadır. Dolmabahçe
Sarayı, Avrupa sanatı üsluplarının bir karışımı olarak 1843-1856 yılları
arasında inşa edilmiştir. Sultan Abdülmecit’in mimarı Karabet Balyanın
eseridir. Osmanlı Sultanlarının her devirde birçok sarayı bulunurdu. Ancak esas
saray Topkapı, Dolmabahçe Saraylarının tamamlanmasından sonra terk edilmiştir.
Dolmabahçe
Sarayı üç katlı, simetrik planlıdır. 285 odası ve 43 salonu vardır. Denizden
600 metrelik bir rıhtımı, kara tarafında ise birisi çok süslü iki abidevi
kapısı vardır. Bakımlı ve güzel bir bahçenin çevrelediği bu sahil sarayının
ortasında, diğer bölümlerden daha yüksek olan tören ve balo salonu yer alır.
Büyük, 56 sütunlu kabul salonu 750 ışıkla aydınlanan 4.5 tonluk muazzam kristal
avizesi ile ziyaretçileri hayrete düşürür.
Sarayın
giriş tarafı Sultanın kabul ve görüşmeleri, tören salonunun diğer tarafındaki
kanat ise harem bölümü olarak kullanılmıştır. Iç dekorasyonu, mobilyaları, ipek
halı ve perdeleri ve diğer tüm eşyası eksiksiz olarak, orijinaldeki gibi
günümüze gelmiştir. Dolmabahçe Sarayı mevcut hiç bir sarayda bulunmayan bir
zenginlik ve ihtişama sahiptir. Duvar ve tavanlar devrin Avrupalı
sanatkarlarının resimleri ve tonlarca ağırlığında altın süslemeleri ile dekore
edilmiştir. Önemli oda ve salonlarda her şey aynı renk tona sahiptir. Bütün
zeminler birbirinden farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplıdır. Meşhur Hereke
ipek ve yün halılar, Türk sanatının en güzel eserleri, birçok yerde serilidir.
Avrupa ve Uzak doğunun ender dekoratif el işi eserleri sarayın her yerini
süsler. Pırıl pırıl kristal avize, şamdan ve şömineler sarayın pek çok odasında
güzelliklerini sergiler.
Dünyadaki
saraylar içerisinde en büyük balo salonu buradakidir. 36 m. yüksekliğindeki
kubbesinden ağırlığı 4.5 ton olan devasa kristal avize asılı durur. Önemli
siyasi toplantılarda, tebrik ve balolarda kullanılan bu salon, önceleri
alttaki, fırına benzer bir düzen ile ısıtılırdı. Saraya kalorifer ve elektrik
sistemi daha sonraları eklenmiştir. Altı hamamdan Selamlık bölümündeki, eşi
olmayan, güzel oymalı alabaster mermerleri ile dekorludur. Büyük salonun üst
galerileri orkestra ve diplomatlar için ayrılmıştır.
Uzun
koridorlar geçilerek varılan harem bölümünde, sultan yatak odaları ve sultanın
annesinin bölümü ile diğer kadın ve hizmetkarlar bölümleri bulunmaktadır.
Sarayın kuzey eklenti bölümü şehzadelere tahsis edilmiştir. Girişi Beşiktaş
semtinde olan yapı Resim ve Heykel Müzesi olarak hizmet vermektedir. Cumhuriyet
döneminde, Atatürk’ün Istanbul ziyaretlerinde ikametgah olarak kullanıldığı
sarayda en önemli olay, 1938′de Atatürk’ün ölümüdür.
Beylerbeyi
Sarayı :
Boğaziçi
Köprüsü Asya kulesinin dikili olduğu Beylerbeyi, Bizanstan beri saraylara
tahsis edilmiş güzel bir semttir. Beylerbeyi Sarayı 1861-1865 yıllarında, eski
ahşap bir sahil sarayının yerinde Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılmıştır.
Cephe ve iç dekorasyonda Doğu ve Türk motifleri, Batı süs öğeleri ile birlikte
kullanılmıştır. Dolmabahçe Sarayının havasını taşıyan üç katlı yapı, harem ve
selamlık bölümlerini oluşturan 26 oda ve altı salondan ibarettir. Bu küçük
sarayın içi her biri küçük çapta bir servet olan Bohemya avizeleri, Yıldız
imalatı çiniler ve seramik vazolarla süslenmiştir.Yaldızlı mobilyaları ile
nefis halıları buraya ayrı bir güzellik vermektedir. Otantik mobilyalar,
halılar, perdeler ve diğer eşyalar olduğu gibi korunmuşlardır.
Denize
bakan cephe süsleri, bakımlı bahçe ve orta bölümdeki havuzlu salon ile spiral
merdivenler dikkat çeken yerlerdir. Arka yamaçta bir büyük havuz, teraslar ve
türünün güzel örneği at ahırları yer almıştır. 1970′li yıllara kadar kullanılan
eski yol bir tünel saray bahçesinin altından geçerdi. Sahilde iki küçük seyir
köşkü bulunan sarayda devlet misafirleri de ağırlanırdı.
Haliç
ve Boğaziçinin en güzel yerleri sultanlar ve önemli kişilere saray ve köşkleri
için tahsis edilmişti. Zaman içinde bunların bir çoğu yok olmuştur. Büyük bir
saray olan Çırağan 1910 yılında yanmıştır. Önceki bir ahşap sarayın yerinde
1871 yIında Sultan Abdülaziz tarafından Saray Mimar Serkis Balyan’a
yaptırılmıştı. Dört yılda dört milyon altına mal olan yapının ara bölme ve
tavanı ahşap, duvarlarda mermer kaplıydı. Taş işçiliğinin üstün örnekleri
sütunları, zengin döşenmiş mekanlar tamamlardı. Odalar nadide halılarla,
mobilyalar altın yaldızlar ve sedef kalem işleri ile süslüydü. Boğaziçi’nin
diğer sarayları gibi Çırağan da birçok önemli toplantıya mekan olmuştu. Renkli
mermerle süslenmiş cepheleri, abidevi kapıları vardı ve arka sırtlardaki Yıldız
Sarayına bir köprü ile bağlanmıştı. Cadde tarafı yüksek duvarlar ile
çevriliydi. Yıllar boyu harabe halinde duran kalıntı büyük tamirler sonunda
yeniden ihya olmuş, yanına ilave edilen eklentiler ile 5 yıldızlı, güzel bir
otele dönüştürülmüştür.
Topkapı sarayı :
15-19 uncu yüzyıllar arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezinde bulunan Topkapı Sarayı, labirentleriyle, Boğaz, Haliç ve Marmara Denizi’nin sularının karıştığı noktada, bir kara parçası üzerinde yer almaktadır. Yeni sarayın (Topkapı Sarayının) yapımına 1466′dan sonra başlanmış ve Fatih ölmeden birkaç sene önce 1478′de tamamlanmıştır. Bu saray diğer Avrupa Sarayları gibi tek bir binada olmayıp çeşitli köşk ve dairelerden oluşmuştur. İlk olarak yapılan Çinili Köşk Sırça Saray’dır ve 1472′de bitmiştir. Orta Asya mimarisi karakterinde ve iki katlı köşk 1875′te Arkeoloji, 1908 senesinde de Türk İslam Eserleri Müzesi olmuştur. 1953′te ise Fatih Eserleri Müzesi olarak açılmıştır. Çinili Köşkü, Kubbealtı Arzodası, Hasoda, Hazine, Kiler ve Seferliler gibi koğuşlar, mutfakların bir kısmı, hastalar odası, hamam şimdi kütüphane olan Ağalar Cami, ahır ve diğer binaların yapımı izlemiş ve son olarak da yapı 1478′de Saray surlarının ve Bab-ı Humayun denen Sultanahmet yönündeki asıl kapının inşaatı ile tamamlanmıştır.
Fatih devrinde ortalama 750 kişi olan saray halkı gittikçe artmış ve XIX. yüzyılda normal günlerde 5000, bayram günleri gibi fevkalade zamanlarda ise 10.000′i bulmuştur. Bu sebeple bu saraya zamanla yeni yeni ilaveler yapılmıştır.
Topkapı Sarayı Harem kısmı III. Sultan Murat devrinde 1574 – 1595 yıllarında yapılmış ve ondan sonra Bayazıt’daki harem halkı buraya nakledilmiştir. XIX. yüzyıl başlarında harem halkı 474 kişi idi. Harem’e girerken Kızlar Ağası Dairesi ve onun üst katında da küçük şehzadelerle Sultanlar için Şehzadeler Mektebi vardı. Sarayda zamanla Enderun Mektebi, Hekimbaşı Odası, Enderun Eczanesi, iç avlulardaki köşklerle Sarayburnu sahillerinde yazlık köşkler yapılmış, mutfaklar, ahırlar genişletilmiş, yeni yeni cami ve küyüphaneler ilave edilmiştir.
Adalar:
Prens
Adaları adı ile de bilinen Istanbul Adaları, Marmara Denizinde, şehre bir saat
kadar yakınlıkta 8 adadır. Haliç girişi ve Kabataş Iskelelerinden kalkan vapur
veya deniz otobüsleri dört adaya muntazam seferler yaparlar.
Bizans
devrinde manastırların kurulduğu Adalar, saray mensuplarına yazlık veya sürgün
yeri olmuş; Heybeliada’da Bizans’ın son yapısı, Meryem Ana’ya ithaf edilmiş
küçük kilise, Deniz Lisesi üst binası avlusunda bulunur.
19.
yüzyıl başlarında servise giren buharlı vapurlar ile Adalar’a ulaşım
kolaylaşmış, okullar ve oteller de inşa edilince nüfus artışı başlamıştır.
Büyükçe olan, yan yana sıralı dört ada yazlık evler, villalar, çamlık korularla
kaplı olup, plaj ve piknik yöreleri ile ünlüdürler. Mayıs ayından eylül sonuna
kadar kalabalıklaşan Adalar diğer zamanlarda tenhadır. Yerleşim bölgelerinin
iskelelere yakın çevrelerde, şehre bakan yönde geliştiği, tepeleri çamlıklarla
örtülü ada yollarının tek vasıtası faytonlardır. Mevsim boyu, bilhassa tatil
günlerinde koylar ve plajlar özel yat ve motorların, yelkenli teknelerin çekici
duraklarıdır.
Her
adada bulunan Yelken ve Su Sporlan kulüplerinin ilki ve meşhuru Burgaz
Adasındadır. Hikaye yazarı Salt Faik Abasiyanık adada yaşamış, yaşadığı ev
müzeye çevrilmiş ve uğrağı, gün batımı ile şöhretli Kalpazan Kaya mahalli
meşhur bir kahve olmuştur.
Heybeli
yönünde, şeklinden dolayı adlandırılmış, Kaşık Adası yer alır. Heybeli Ada’nın
ikiz tepeleri arasında Deniz Lisesi üst binası bulunurken, öndeki diğer tepe
üzerinde, çamlık içerisinde, Rum Ruhban Okulu ilk görülen büyük yapılardır. Ada
iskelesi yanında Deniz Lisesi sahil boyu uzanır. Lokanta ve çayhaneler diğer
yöndedir. Yerleşim alanlarının arka cephesinde çok güzel bir koy ile, Kaşık
Adası’na bakan tarafta halk plajı ve Deniz Kulübü tesisleri ile arkasında
meşhur Değirmen Burnu piknik alanı bulunur. Tepeleri çevreleyen yollarda,
çamlar içerisinde güzel ve manzaralı yürüyüş güzergahlan adayı dolanır. Ada
okullar ve sanatoryum tesislerinden dolayı kış aylannda da nispeten
hareketlidir.
Takım
Adaların en büyüğü ve meşhuru Büyük Ada’dır. Fayton turu ile etrafı iki saate
yakın bir sürede dolaşabilirsiniz. Ancak bir saatte dolaşılan yarım tur daha enteresandır.
Halk plajlarından Heybeli Ada yönündeki Yörük Plajı şahane bir koyda
bulunmaktadir. Dil Burnu mesire alanı tercih edilen güzel bir yerdir. Iskele
civarı kalabalık yerleşim bölgesinin aksine adanın güney tarafı ıssızdır.
Buralardaki koylar teknelerin ziyaret yerleridir. Adanın üst sırtlarında harap
halde bulunan 19. yüzyıl yapısı eski oteli, belki dünyadaki en büyük ahşap
yapı, ihya edileceği zamanın özlemi ile ayakta durmaya çabalamaktadır. Büyük
Ada iskele civarı lokantaları, çayhaneleri ve dükkanları ile renkli ve
hareketlidir. Yaz aylarında servis veren dört oteli vardır. Güzel evler,
bakımlı bahçeler eşsiz manzaralar adaları gezenlerde unutulmaz anlar bırakır.
Sonraki Sedef Adası sakinlerinin dışında gelenlere plajı ile açıktır.
Ayasofya
Müzesi
Sultanahmet
Meydanı
Mimarisi,
ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden ilk ve son ünik uygulama olarak
görülen Ayasofya; Osmanlı camilerine fikir bazında da olsa esin kaynağı olmuş,
doğu-batı sentezinin bir ürünüdür. Bu eser dünya mimarlık tarihinin günümüze
kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer almaktadır. Bu nedenle,
Ayasofya, tarihi geçmişinin yanı sıra, mimarisi, mozaikleri ve Türk çağı
yapıları ile yüzyıllar boyunca tüm insanlığın ilgisini çekmiştir. Ayasofya 916
yıl kilise, 481 yıl cami olmuş, 1935′ten bu yana müze olarak tarihi işlevini
sürdürmektedir.
Bizans
tarihçileri tarafından İmparator I. Konstantinos (324-337) zamanında yapıldığı
ileri sürülen ilk Ayasofya bir ayaklanma sonunda yanmış, bu yapıdan günümüze
hiç bir kalıntı gelmemiştir. İmparator II. Theodosius, Ayasofya’yı ikinci defa
yaptırmış ve 415′te ibadete açmıştır. Yine bazilika planlı bu yapı 532′de Nika
ihtilali sırasında yanmıştır. 1936 yılında yapılan kazılarda bununla ilgili
bazı kalıntılar ortaya çıkmıştır. Bunlar mabede girişi gösteren basamaklar,
sütunlar, başlıklar, çeşitli mimari parçalardır.
İmparator
Iustinianus (527-565) ilk iki Ayasofya’dan daha büyük bir kilise yaptırmak
istemiş, çağın ünlü mimarlarından Miletos’lu İsidoros ve Tralles’i Anthemios’a
günümüze ulaşan Ayasofya’yı yaptırmıştır. Anadolu’nun antik şehir
kalıntılarından sütunlar, başlıklar, mermerler ve renkli taşlar Ayasofya’da
kullanılmak üzere İstanbul’a getirilmiştir.
Ayasofya’nın
yapımına 23 Aralık 532′de başlanmış, 27 Aralık 537′de tamamlanmıştır. Mimari
yönden incelendiğinde büyük bir orta mekân, iki yan mekân (nef), absis, iç ve
dış nartekslerden meydana gelmiştir. İç mekân, 100 x 70 m. ölçüsünde olup,
üzeri dört büyük ayağın taşıdığı 55 m. yüksekliğinde, 30.31 m. çapında kubbe ile
örtülmüştür.
Ayasofya’nın
mimarisinin yanı sıra mozaikleri de büyük önem taşımaktadır. En eski mozaikler
iç narteks ve yan neflerde altın yaldızlı geometrik ve bitkisel motifli olan
mozaiklerdir. Figürlü mozaikler IX.-XII. yüzyıllarda yapılmıştır. Bunlar
İmparator kapısı üzerinde, absiste, çıkış kapısı üzerinde ve üst kat galeride
görülmektedir.
Ayasofya
İstanbul’un fethi ile birlikte başlayan Türk döneminde çeşitli onarımlar
görmüştür. Mihrap çevresi, Türk çini sanatı ve Türk yazı sanatının en güzel örneklerini
içerir. Bunlardan kubbedeki ünlü Türk Hattatı Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin
Kuran’dan alınma bir suresi ile 7.50 m. çapındaki yuvarlak levhalar en ilgi
çekici olanıdır. Bu levhalarda, Allah, Muhammed, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Ebu
Bekir, Hüseyin’in isimleri yazılıdır. Mihrabın yan duvarlarında ise Osmanlı
padişahlarının yazıp buraya hediye ettiği levhalar vardır.
Sultan
II. Selim, Sultan III. Mehmet, Sultan III. Murat ve şehzadelerin türbeleri,
Sultan I. Mahmut’un şadırvanı, sıbyan mektebi, imareti, kütüphanesi, Sultan
Abdülmecid’in hünkar mahfeli, muvakkithanesi, Ayasofya’daki Türk çağı örnekleri
olup türbeler, iç donanımı, çinileri ve mimarisiyle klasik Osmanlı türbe
geleneğinin en güzel örneklerini oluşturmaktadır.
Müze
pazartesi dışında hergün 09.30-16.30 saatleri arasında gezilebilir. ÇİNİLİ
KÖŞK: 15 inci yüzyılda, Fatih Sultan Mehmet zamanında bir köşk veya pavyon
şeklinde yaptırılmıştır. İznik parçaları dahil 16′nci yüzyıl Selçuk ve Osmanlı
çömlek ve çini sanatının en iyi örneklerini barındıran Türk Seramikleri Müzesi
yer almaktadır.
Kız
Kulesi:
İstanbulun
sembolü olan Kız Kulesi, Boğaz girişindeki kayalık üzerine kurulmuş küçük,
şirin bir kuledir. Tarih içinde gözetleme kulesi, deniz feneri olarak
kullanılan kule günümüzde turizme tahsis edilmiştir. Batı kaynakları burayı
sevgilisi Hera’ya kavuşmak için yüzerken boğulan Leander’in kulesi olarak
tanıtır. Bir diğer hikayeye göre de burası, kızının yılan tarafindan
sokulacağını rüyalarında gören İmparatorun, emniyette olması için genç kızı
yerleştirdiği kule idi. Meyve sepeti içinde gelen yılan trajediye sebep olur.
Galata
Kulesi:
Bizanslıların
Cenevizliler aleyhine hareketlerine karşılık, Cenevizliler tarafından
yapılmıştır. Bölgeyi her türlü saldırıdan korumak için de bu kuleyi yaptırmışlardı.
Kulede büyük sahanlığa kadar duvar içinde dönerek çıkan bir taş merdiven
vardır. Son yıllarda 1967′de restore edilmiş, içine asansör konmuş, diğer
katlarına da lokanta yapılmıştır.
Beyazıt
Kulesi:
Bugünkü
İstanbul Üniversitesi merkez binasının bulunduğu yerdeki yapı (eski saray), II.
Mahmut devrinde Milli Savunma Bakanlığı (Seraskerlik) olarak kullanılmıştır.
Seraskerliğin avlusundaki ahşap kule, yangın gözcüleri için uzun süre varlığını
sürdürmüştür. II. Mahmut, daha güzelini yaptırtmak için bu kuleyi yıktırmıştır
ve kitabesine göre, onun emri ile, 1828 yılında Serasker Hüseyin Paşa
tarafından o devrin mimari özelliklerini yansıtan, kagir bir kule yapılmıştır.
50 m yüksekliğindeki bu abide, belirgin kütlesiyle, kente karekteristik bir
çizgi kazandırmaktadır. Ahşap bir merdivenle çıkılan yukarıdaki sahanlık,
şehrin büyük bir kısmını kuşbakışı seyretme olanağı sağlar.
MARMARA YÖRESİ LEZZETLERİ
balıkesir börülcesi
bilecik bükmebursa cantik
bursa iskender
bursa inegöl köfte
çanakkale kuzu kapama
çiroz salatası
keşkek
nohutluekmek
kocaeli cızlama
muhlama
yalova köftesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder